29 Eylül 2018 Cumartesi

Bangkok, Tayland


Yaklaşık 9 saatlik bir uçuşun ardından şehir merkezine tren ile doğrudan ulaşabileceğiniz Bangkok’ta sizi kendine has kokusu ve sıcacık hava karşılıyor olacak. Şehri turlamaya başladığınızda 2018 yılında turistler tarafından en fazla ziyaret edilen şehrin neden Bangkok olduğunu anlıyorsunuz. Genelde Phuket’e, Koh Samui’ye, Krabi’ye deniz tatiline gidecek insanlar öncesinde birkaç günlerini Bangkok’a ayırıyorlar. Şehrin tam ortasından Chao Phraya nehrinin geçiyor olmasından dolayı şehir içi ulaşım halkın çoğunluğunun tercih ettiği teknelerle sağlanıyor. En fazla kullanılan hatlardan biri olan ve iki önemli yapıyı tek seferde ziyaret etmenize imkan tanıyan Wat Arun ve Grand Palace arasındaki hattın ücreti yalnızca 3 Baht. Öncelikle turunuza giriş ücreti 100 THB olan Wat Arun’dan başlayıp sonrasında nehrin diğer yakasında olan Kraliyet Sarayı kompleksine devam edebilirsiniz. En başta hatırlatmakta fayda var. Tayland’da bulunan tüm tapınaklara uygun kıyafetlerle girmeniz gerekiyor. Eğer yanınızda kıyafet yoksa da hepsinin kapısında uzun filli pijamalar satılıyor dert etmeyin. Kraliyet Sarayı içerisine girdiğinizde Tayland’ın en kutsal yeri sayılan Wat Phra Kaew yani Zümrüt Budha Tapınağı’nı ziyaret edebilirsiniz. İçerisinde fotoğraf çekmenin yasak olduğu ki ben çaktırmadan çekmiş oldum ve bu kadar fazla korumanın bulunduğu tek tapınak burası.
Zümrüt Budha
Sadece kralın heykelin yanına yaklaşmasına izin veriliyor. Yerel halk ise budhaya kullanması için meyve, nevresim takımı, çiçek gibi hediye bırakıyor. Sonra onları da din adamları toplayıp yardıma ihtiyacı olanlara dağıtıyorlar. Tabi bir kısmını muhtemelen kendileri kullanıyordur diye düşünüyorum. Girişi kişi başı 500 Baht olan ve içerisinde en az bir saatinizi harcayacağınız bu saray kompleksinin taşlarla işlenmiş her duvarı ve her sütunu mimari açıdan görülmeye değer. Sonraki en önemli nokta ise saraya hemen yürüme mesafesinde olan yatan budha heykeli yani Wat Pho. Altın varakla kaplı olan bu budha heykelinin uzunluğu 46 metre olup yükseliği ise 15 metreyi buluyor. Burayı özel kılan en önemli neden ise bahçesinde yer alan özel meditasyon ve masaj eğitim merkezi. Tüm dünyadan insanlar buraya gelip masaj eğitimi alıp, sertifika aldıktan sonra kendi ülkelerinde bu işi meslek olarak yapabiliyorlar. Bana göre oraya kadar gidip masaj yaptırmadan dönülmemeli. Turistler tarafından çok popüler olduğundan dolayı sıra beklemeniz gerekiyor fakat Thai masajını tam kalbinde yaptırmış olmak için değer. Bunun yanı sıra görülmesi gereken bir diğer yer olan Golden Mount Tapınağı’na Wat Pho’dan taksiyle ya da Tayland’ın bir diğer yerel ulaşım aracı olan tuk tuklarla kısa sürede ulaşabilirsiniz. Burası yüksekten şehir manzarasının çok güzel izlenebileceği bir yer.
Golden Mount
Yüksek olmasından anlaşılması gerekiyor ki buraya ağaçlı ve otantik 300 basamaklı merdivenden tırmanarak çıkıyorsunuz. O anda acıktığınızı hissederseniz bu tapınağa yürüme mesafesinde olan ve Tayland’ın en meşhur yemeği Pad Thai’yi en iyi yapan Thip Samai restaurantında yiyebilirsiniz. 

Pad Thai
Akşama doğru saat 17.00’de açılan bu restaurantın önünde hemen 15 dakika öncesinden kuyruk oluşmaya başlıyor. Kısıtlı yerlerinden dolayı sokakta herkesin önünde pişiriyorlar bu yemeği ve bu da izleyenlerin hoşuna gidiyor. Eğer 10 THB fazladan ödemeyi kabul ederseniz sizi içerideki klimalı alana alıyorlar. Denemeye kesinlikle değer bir lezzet. Bir diğer görülmesi gereken yer ise China Town’da bulunan ve 5.5 ton ağırlığında som altından yapılmış olan Golden Budha heykeli. 
Golden Budha
Bu heykelin ilginç tarafı ise 700 yıllık geçmişe sahip olmasına rağmen altın olduğunun 1955 yılında heykelin üzerindeki kaplama kırıldığında fark edilmesi. Girişi ücretsiz olan bu tapınağı ziyaret ederken de her yerde olduğu gibi şortla girilmemesi ve ayakkabıların çıkarılması gerekiyor. Bunun yanı sıra akşam gidilmesinin daha eğlenceli olduğu Khaosan Road sokakta ayak masajı yaptırmak, kızarmış böceklerden tatmak 😊 ve hediyelik eşya almak için tercih edilebilir. Araç trafiğine kapalı bu caddede her milletten insan görebilmek mümkün. 
Khaosan Road
Bir diğer gece gidilmesi gereken yer ise tabiki gece pazarları. En ünlüsü olan Patpong gece pazarını ziyaret edip hediyelik eşya alabilirsiniz. Tayland’da alışveriş yapılırken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta ise pazarlık yapmak. Alacağınız şeyin fiyatını sorduktan sonra siz onun 3’te birini teklif edin ve kabul etmezlerse gidiyormuş gibi yapın onlar zaten arkanızdan sizi çağırıyor olacak. Zaten normalde o ürünün fiyatı teklif edilenin 3’te birinden dahi daha azdır. Eğer Bangkok’ta şehir dışına çıkacak kadar vaktiniz varsa yaklaşık 100 km uzakta bulunan Damnoen Saduak Floating Market yani yüzen çarşıyı ve bir diğer popüler şehir olan Pattaya’yı günü birlik ziyaret edebilirsiniz. Pattaya’da beni en fazla etkileyen yer The Million Year Stone Park ve timsah çiftliği olmuştu.
The Million Year Stone Park
Milyon yıllık geçmişe sahip ve artık taşlaşmış ağaçlardan oluşan park ve buna bağlı timsah şovlarının yapıldığı hayvanat bahçesi görülmeye değer. Mükemmel doğaya sahip olan bu yerin içerisinde bir de timsah gölü bulunuyor. Bir çubuğun ucuna et bağlayıp orada timsahları besleyebiliyorsunuz. 
Aslanların yanına kadar gidip, okşayıp resim çektirebilir ayrıca fillerin hortumlarına binebilirsiniz çünkü hepsi eğitilmiş inanılmaz uysal ve tatlı hayvanlar. Bununla beraber Pattaya’nın denizi efsane olmasa da yine turistler tarafından tercih ediliyor. Merkezinde trafiğe kapalı caddesinin etrafında ziyaret edebileceğiniz gece kulüpleri ve restaurantlar da mevcut. Hindistan cevizi suyu içerken işini seven ve her daim gülümseyen bir masöre yaptırdığım masajı hayal ediyorum da…
Golden Mount


Pattaya Timsah Çiftliği



23 Eylül 2018 Pazar

Maldivler

Asya’nın en küçük ülkesi Maldivler’in 70 yıl içerisinde sular altında kalacağını biliyor muydunuz? Bu sebeple ilk fırsatta gidilmesi gereken yerlerden. Toplamda 1196 adadan oluşan Maldivler uçakla yaklaşık 7 saat sürüyor. Havalimanı ve ona bağlı yapay bir şekilde oluşturulan Hulhumale adası ve 2004’teki tsunamiden sonra 3’te 2’sinin sular altında kalmasıyla alanı 1.7 km²’ye düşen başkent Male yerel halkın en fazla yaşadığı yerlerden. Yerleşimi bulunan yaklaşık 300 adadan 200’ünde Maldivliler yaşıyor. Geriye kalan adaların hepsini ise resort dediğimiz adanın tamamını kaplayan oteller oluşturuyor. Yani tatile gitmek isterseniz kalacak yer seçeneğiniz oldukça fazla. 
Havalimanına indiğinizde hemen dışarıda otellerin transfer bankolarını görüyor olacaksınız. Havalimanından en fazla 45 dakika mesafede bulunan otellere transferler sürat tekneleriyle yapılıyor, kalacağınız otel eğer havalimanının bulunduğu adaya daha uzaksa pırpır uçaklarla gitmeniz gerekiyor ki bunun ücreti de  tekneden daha pahalı olup kişi başı 200 USD’lere çıkabiliyor. Genelde balayı çiftlerinin gitmeyi tercih ettiği Maldivler bana göre çocuklu ailelerin de tercihi olmalı çünkü envai çeşit balık ,incecik ve bembeyaz kum ve berrak deniz çocukların gayet ilgisini çekiyor. Fakat hem çocuklarınız için hem kendiniz için dikkat etmekte fayda var denizde yüzerken yanınızdan bebek köpek balıkları geçebilir. Ufak balıkların hızla kaçıştığını görürseniz hemen siz de oradan kaçın. Otel çalışanları bu köpek balıklarının insanlara zarar vermediğini söylüyor fakat çok da onlarla oynamaya kalkmayın da demeden edemiyorlar. Maldivler’deki otellerin çoğunda suyun üzerinde bulunan yüzen villla ya da bungalow dedikleri oda tarzları hakim. Bunun yanı sıra hemen denize sıfır ya da adanın ortasında yer alan villalar da mevcut. Yani bütçenize göre istediğinizi seçebilirsiniz. Su üzerindeki villalarda kalırsanız gece balkonunuzun kapısını kapatın çünkü yengeçler odanızın içine girebilir. Tatiliniz boyunca adadan başka bir yere gidemeyeceğiniz için genelde otelleri her şey dahil seçmekte fayda var. Yoksa öğle ya da akşam yemekleriniz daha pahalıya gelebilir. 
Otellerde kendilerinin organize ettiği günü birlik tekne turları ya da dalış aktiviteleri mevcut. Şnorkelle dalmayı seviyorsanız da ada etrafında mercanları keşfedebilirsiniz. Bununla beraber deniz kenarındaki deniz kabuklarını toplamaya kalkarsanız dikkatli olun çünkü hepsinin içinde canlılar yaşıyor. Avucunuzda hemen kıpraşmaya başlayabilirler siz fark etmeden. O yüzden toplamamak daha iyi sanki. 
Buna ek olarak doğası ile adeta cenneti andıran Maldivler yazın yağışlı oluyor. Fakat Asya’nın çoğu ülkesinde olduğu gibi burada da yağmur 2 dakikada ortalığı kasıp kavuruyor. 2 dakika sonra bir bakmışsınız ki güneş açmış. Kışın ise adalardaki turist sayısı inanılmaz şekilde artıyor. Yani Maldivler’i 365 gün ziyaret edebilirsiniz.
Oteller döneceğiniz zaman sizin uçuş saatinize göre transfer saatinizi ayarlıyorlar. Genelde herkesin yaptığı şey eğer uçak akşam ise sabahtan adadan ayrılıp gündüz başkent Male’yi gezmek. Havalimanına döndükten sonra hemen indiğiniz yerde ücreti 1 USD olan ve sizi Male’ye geçirecek yolcu teknelerini göreceksiniz. Adanın tamamını yaklaşık yarım saat 40 dakikada dolaşabilirsiniz. Ufacık adada nasıl bu kadar insan yaşıyor diye şaşırabilirsiniz çünkü metrekareye 1102 insan düşmesinden dolayı bodrum katlarına bile kendilerine yaşayacak alan yapmışlar. Burada hediyelik eşya alabileceğiniz ufak dükkanlar mevcut fakat pazarlık yapmayı unutmayın. Halk fakir olduğundan adaya ayak bastığınız anda sizi kolunuzdan çekiştiren insanlar olabilir. 
Male’nin içinde gezilecek çok bir yer olmamakla birlikte balık ve sebze pazarlarını ziyaret edip değişik baharatlar alabilirsiniz. Eğer hint yemeği sevmiyorsanız burada aç kalabilirsiniz. Sınırlı sayıda restaurantın olmasından ve onların da menülerini çoğunlukla soslu ve acılı hint yemeklerinin oluşturmasından dolayı yemek konusu sıkıntılı olabiliyor. Fakat bu kültürü de görmek lazım. Bir yanda lüks resortlarında tatil yapan zengin turistler diğer yanda ise avuç içi kadar toprak üzerinde yaşamaya çalışan fakir halk. Yani Maldivler’e zıtlıklar ülkesi diyebiliriz fakat ne yapıp ne edip yer yüzündeki bu cenneti yok olmadan önce ziyaret etmenizi öneririm.





22 Eylül 2018 Cumartesi

Londra, İngiltere


Hyde Park’tan Tower Bridge’e kadar gezdiğinizde en popüler noktaların çoğunu görmüş olacağınız Londra yine gez gez bitmiyor. Oxford Street boyunca uzanan lüks mağazaları, Carnaby Street’e girdiğinizde ise tıklım tıklım dolu cafeleri ve hatta ellerinde içeceklerle sokakta ayakta sohbet eden insanları, Carnaby’den Piccadily Circus’a yürüdükten sonra şarkı söyleyen sokak sanatçıları ile tam eğlenceli vakit geçirmelik bir yer Londra. Kocaman bir şehir olmasına rağmen şehir merkezine hem Heathrow hem de Gatwick havalimanlarından metro ile kolayca ve doğrudan ulaşabilirsiniz. Başlıca görülmesi gereken yerleri tabiki sırasıyla Buckingham Sarayı, 2021 yılına kadar ne yazık ki tadilatta olduğundan dolayı sadece yuvarlak saati görünen Big Ben, London Eye, girişi ücretsiz olan British Museum, Tower Bridge, Westminster Sarayı ve daha bir çok müze. Eğer Ünlü kırmızı telefon kulübelerinde resim çekilmek isterseniz Westminster Sarayı'nın olduğu yerdekileri tercih edebilirsiniz çünkü şehrin diğer noktalarındakiler bir hayli yıpranmış.


Turist olarak buraları gördükten sonra biraz da eğlenmek isterseniz yazacağım yerler bunlardan farklı olacak. İlk olarak yaratıcılık, sanat, tarz cafeler, sokak tezgahları ile gençlerin en çok vakit geçirdiği yerlerden biri olan Camden Town benim favorim.

                                               


Pubları ile ünlü olan bu semtte bolca ikinci el eşya satan dükkanların yanı sıra 1 pounda magnet alabileceğiniz birçok mekan mevcut. Aynı zamanda dünyanın farklı mutfaklarından değişik lezzetler tadabileceğiniz sokak yemekleri satan tezgahlar da sizleri bekliyor. Amy Winehouse da hep Camden Town’da sahneye çıkarmış ki gittiğinizde heykelini ve evini de görebilirsiniz sevenlerine duyurulur. Bir diğer ziyaret edilecek yer ise Portobello Road. 


Portobello Road
Bu caddede üzerine kurulmuş kilometrelerce uzayan sokak pazarını ve etrafında bulunan renkli evlerini görebilirsiniz. Hediyelik eşya alışverişlerinizi buradan ve Camden Town’dan yapabilirsiniz zira Londra’nın merkezinde biraz pahalı. Eğer karnınızın acıktığını hissederseniz London Bridge metro durağında inip hemen yanındaki Borough Market’e uğramanızı tavsiye ederim. Neden mi? İçindeki yemek tezgahlarının sunduğu bedava olan tadımlıkları yerken bile karnınızı doyurabilirsiniz.
 
Borough Market
Onun dışında yemeğinden tatlısına, doğal içeceklerine varıncaya dek birçok yiyecek opsiyonunu içinde barındırıyor. Sokak lezzeti seviyorsanız eğer tam vakit geçirmelik bir yer. Görülmesi gereken
bir diğer nokta ise içinde cam tavanlı sebze meyve pazarı bulunan ve haftasonu yürümekte bile zorluk çekeceğiniz Covent Garden.

Covent Garden
Buraya aynı adı taşıyan metro durağında inerek ya da Leichester Square’dan yürüyerek ulaşabilirsiniz. Burası orta çağda Londra halkının sebze ve meyve ihtiyacını karşılayan tarlalar ile   kaplıymış ve bu sebepledir ki içindeki Apple Market ve Jubilee Market 1800’lü yıllardan bu güne kadar kalmış. Eğer dilerseniz bu pazar kompleksinin hemen yanındaki London Transport Museum’u da ziyaret edebilirsiniz. Peki 221B Bakery Street size bir şey çağrıştırıyor mu? Dünyanın en ünlü dedektifi Sherlock Holmes’un kitapta geçen ve şu anda müze olarak kullanılan evini £15’a bilet alarak aynı adreste ziyaret edebilirsiniz.

Yine dünyanın neredeyse her yerinde olan China Town’a da Leichester Square’dan yürüyerek ulaşabilirsiniz. Bunun yanı sıra eğer şehir merkezinin dışına çıkıp bir gün geçirecek kadar vaktiniz varsa Oxford ya da Cambridge Üniversite’sini ziyaret edebilirsiniz. Greenwich Gözlem Evi’ne ise birkaç metro değiştirerek yaklaşık 1 saatte ulaşabilirsiniz. Biraz ne yeriz kısmına gelecek olursak hamburgerinin çok da enfes olmadığı fakat fıstık yağında kızartılarak sunulan ve bu sebeple lezzetli patatesleri olan Five Guys ile öğlen karnınızı doyurabilirsiniz. Akşam yemeği kısmında ise illa ki et yiyelim derseniz birazcık araştırdığınızda hakkında çok şey duyacağınız ve önünde 1 saati bulabilecek kadar sıra beklemeniz ya da önceden rezervasyon yaptırmanız gereken Flat Iron’ı deneyebilirsiniz. Diğer steakçilere nazaran biraz daha fiyatı uygun olan ve hem Carnaby Street’te hem de Covent Garden yakınında şubesi olan bu mekan turistler tarafından fazlaca da tercih ediliyor. Kalacak yer konusunda ise Londra’nın genel olarak pahalı olmasından dolayı Zone 1’de uygun otel bulamayabilirsiniz. Fakat gelişmiş metro ağı sayesinde biraz daha merkezden uzaklaşırsanız daha uyguna kalıp merkeze kolayca ulaşabilirsiniz. Eğer İngiltere’ye gidip kısa süre de olsa country tarzı bir evde konaklamak isterseniz de airbnb’de yine zone 1’in dışında konaklayacak yer bulabilirsiniz. Londra’ya giderseniz yeni gelin Megan Markle’a da selamlarımı iletin 😊

Covent Garden

Camden Town
London Eye
British Museum
Carnaby Street

19 Eylül 2018 Çarşamba

Edinburgh, İskoçya


Sokaklarında yürüdüğünüzde kendinizi orta çağda gibi hissedebileceğiniz ve her noktasını yürüyerek dolaşabileceğiniz bir yer Edinburgh. Mimarisinin yanı sıra keşke bizim ülkemiz de böyle yeşil olsa demenize sebep olacak harika bir doğası var.
Gezilmesi gereken yerler Edinburgh Kalesi’nden başlayıp parlamento binasına kadar uzanan Royal Mile caddesinin olduğu bölge ve yakınlarında yer alıyor. Kalesinden çok güzel bir şehir manzarası izleyebileceğiniz gibi Royal Mile boyunca yürüdüğünüzde her köşeden bir gayda sesi de duyuyor olacaksınız. Aşağıya doğru yürüdüğünüzde karşınıza çıkan ilk önemli yapı rengi siyaha yakın olan Tron Kirk kilisesi. Fakat günümüzde kilise olarak faaliyet göstermiyor.

Tron Kirk Church
Biraz daha ilerlediğinizde ismi Heart of Midlothian olan yere kaldırım taşlarıyla çizilmeye çalışılan kalp şeklini göreceksiniz. Aynı zamanda bir futbol takımının da adı olan bu kalp simgesini umarım görebilirsiniz çünkü ben 15 dk boyunca kafam yerde bulmak için zaman harcamıştım. İhtişamlı St Giles Cathedrali’ne varmadan birkaç adım geride ve yanından geçerken bu kalbe tükürmenin şans getirdiğine inanıyorlar. Yine katedrale varmadan sahibi öldüğünde 2 yaşından 16 yaşına kadar mezarında bekleyen efsane köpek Greyfriars Bobby’nin heykelini de görebilirsiniz.

Onun yakınlarında ise Harry Potter’ın yazıldığı ve oturmak için önünde sıra beklemeniz gereken The Elephant House isimli cafeyi ziyaret edebilirsiniz. Buradayken en çok hoşuma giden şey cafede wifi olmamasıydı. Cafenin her yerinde üzerinde wifi yok birbirinizle sanki 1995’teymiş gibi sohbet edin yazan tabelalar görmüştüm. Çok hoş! Yine yürümeye devam ettiğinizde karşınıza çıkacak, dünyada turistler ve fotoğrafçılar için belirlenmiş en önemli noktaları içerisinde yer alan Victoria Street’in renkli ve tatlı dükkanlarını dolaşabilirsiniz.
Victoria Street
Tekrar Royal Mile caddesine çıkıp ilerledikten sonra Scott Monumet’ı içinde barındıran oksijen deposu Princes Street Gardens’ta oturup dinlenebilirsiniz çünkü Calton Hill ve Artur’s Seat’e tırmanmak için epey enerjiye ihtiyacınız olacak. Princess Street Gardens bence Edinburg Kalesi’nin güzelliğini en iyi görebileceğiniz yerlerden. Kalenin içindeyken doğal olarak kalenin dış güzelliğinin farkına varamıyorsunuz. Calton Hill ve Artur’s Seat şehir manzarasını en iyi izleyebileceğiniz yerlerden. Gittiğinizde çoğunlukla gençlerin çimenlere oturup sohbet ettiği kalabalık bir ortam göreceksiniz. Yine çok güzel Edinburgh manzarasını izleyip fotoğraflar çektikten sonra eğer enerjiniz kaldıysa 1 pounda dahi tişört bulabileceğiniz Primark mağazasına göz atabilirsiniz. Ben erkeğim ne işim olur alışverişle demeyin gayet uygun şeyler var içinde. Bunun yanı sıra Edinburgh Royal Mile’a çıkan bir sürü close adı verilen geçitlerden oluşuyor. Çoğu bir at arabasının geçebileceği genişlikte yapılmış. Kimi zaman tek bir insanın geçebileceği genişliğe kadar daralan bu geçitlerin çoğu özel mülkleri Royal Mile’a bağlıyor.
Peki Edinburg’da ne yiyelim derseniz Royal Mile üzerinde St Giles Cathedral’in hemen karşısında hayatımda bana ilk defa tatlı patatesin kızartmasını tattıran Burgers and Beers Grillhouse’ı önerebilirim. Zira kendisi turistlerin popüler mekanlarından. Ona ilave olarak Birleşik Krallığın genelinde ünlü olan ve yediğinizde ağzınızda tereyağ tadını hissedebileceğiniz shortbread denilen bisküviyi denemenizde yarar var. Zaten her markette ya da hediyelik eşya dükkanlarında Walkers markasını ve onun envai çeşit bisküvisini göreceksiniz. İskoçya bilindiği üzere viskisi ile ünlü. Her köşesinde İskoç viskisi ve kaşmir ürünlerinin satıldığını göreceksiniz. Bu arada yazın ortasında bile Edinburg’da hava serin her zaman kalın giyinin.



18 Eylül 2018 Salı

Los Angeles, Amerika


Los Angeles denilince akla şüphesiz ilk gelen şey Hollywood filmlerindeki sahneler oluyor. Anlamı melekler şehri olan Los Angeles’ı gezmek için mutlaka araba kiralamak şart. Yoksa bir yerden bir yere gitmesi çok zorlu olabiliyor. İlk olarak her an her noktasında ünlü görme ihtimalinizin yüksek olduğu Beverly Hills’ten turunuza başlayabilirsiniz. Rodeo Drive’da gezdikten sonra çok da vakit geçirmeden Hollywood’a doğru direksiyonu çevirmek gerek. Walk of Fame’i , Dolby Tiyatrosu yani eski adıyla Kodak Tiyatrosu ve Çin Tiyatrosu ile ünlü Hollywood’da iğne atsanız yere düşmüyor. Çeşitli kostüm giyip para kazanmaya çalışan insanlardan tutun, dans edip şov yapan ya da bir şeyler satmaya çalışan insanlara varıncaya kadar herkes Walk of Fame üzerinde. Yani en kalabalık yeri aslında yıldızların üzerinde en ünlü isimlerin bulunduğu kısım diyebiliriz.
Walk of Fame
Muhammed Ali’nin yıldızını ararsanız ise kendisi Dolby Tiyatrosu’nun ordaki dondurmacının hemen yan duvarında. Müslümanlar o yıldızı asla pas geçmiyorlar. Bunun yanı sıra Çin Tiyatrosu’nun hemen önünde yine ünlülere ait el ve ayak izlerini görüp aman Will Smith’in de elleri kocamanmış deyip keyifli vakit geçirebilirsiniz.

Chinese Theatre
Los Angeles’a gelip de meşhur Hollywood yazısının önünde fotoğraf çektirmeden dönmek istemezsiniz sanırım. Bunun için genelde Griffith Observatory’e çıkılması tavsiye edilir. Fakat bana göre orayı en iyi ve yakından gören yer Lake Hollywood Park. Önünüzde hiçbir engel olmadan Hollywood yazısı tam karşınızda duruyor olacak.


Eğer acıktıysanız Çin Tiyatrosu’nun hemen karşısındaki Hooters’ın soslu tavuklarından yiyip tacolarını tadabilirsiniz. Ya da arabayla 10 dk mesafede olan The Grove’a gidip Cheesecake Factory’nin kocaman porsiyonlu yemeklerini keşfedebilirsiniz. Midenizde boş yer kalırsa da benim için fazladan bir cheesecake yiyin zira kendisi fazla lezzetli. Eğer buralara 16.00-18.00 saatleri arasında giderseniz happy houra denk geleceğiniz için daha uygun fiyatlara yiyor olacaksınız. Ayrıca Grove’u ziyaret ederseniz tarihi Farmers Market’i de dolaşabilirsiniz. Farkındaysanız Downtown’la alakalı bir şey yazmıyorum çünkü bana göre gezilecek çok da bir yeri yok. Walt Disney Concert Hall, Bradbury Building, Grand Central Market’i ziyaret etmek yeterli olabilir.
Downtown Los Angeles
Downtown’u gezdikten sonra vakit kaybetmeden kendinizi sahil kesimine atabilirsiniz. Malibu, Santa Monica, Venice Beach sırasıyla mutlaka gezilmesi gereken yerler. Benim favorim ise San Francisco’dan başlayan route 1’in bitiş noktası olan Santa Monica. Güneşi iskelede batırıp, dönme dolabına binip eğlenen çocukları izledikten sonra Third Street Promenade tabelasını takip ederek trafiğe kapalı yürüme caddesine ulaşabilirsiniz. Bir yerde oturup kahvenizi içerken de sokakta şarkı söyleyenleri keyifle dinleyebilirsiniz.

Santa Monica
Venice Beach ise tam sörfçüler için biçilmiş kaftan. Genelde gençlerin takıldığı plajı gündüz fazlaca turist çekiyor. Bunun yanı sıra Los Angeles’ta eğer fazladan tam bir gününüz varsa bileti 120 USD olan Universal Studios’u ziyaret edebilir hayranlıkla izlediğiniz dünyaca ün yapmış Hollywood fimlerinin çekildiği film setlerinin içindeymişçesine eğlenceli bir şekilde vakit geçirebilirsiniz. Peki Los Angeles’ta hangi bölgede kalalım diye sorarsanız da kesinlikle bunun cevabı merkezinde olmayacak. Los Angeles Amerika içerisindeki otel fiyatları en pahalı olan şehirlerden. En mantıklı şey burada Airbnb kullanmak ya da arabanız varsa da merkezi yerler değil de biraz daha şehrin dışında olan havalimanı çevresi, Torrance ya da Long Beach yakınlarında otel bulmak. Otel demişken eğer Amerika’daysanız otelden bile temiz olabilen motellerde kalmak da eğlenceli olabiliyor. İyi gezmeler.

17 Eylül 2018 Pazartesi

Las Vegas, Amerika


Nevada çölünün tam ortasında ütopya gibi bir yer olan Las Vegas’a Los Angeles’tan arabayla 4 saatte ulaşabilir, yol üzerinde Las Vegas’a yaklaşık 30 km kala ünlü sanatçı Ugo Rondinone tarafından inşa edilmiş renkli taşların üst üste konulmasıyla oluşan eseri de görebilirsiniz.
Seven Magic Mountains

Las Vegas’a doğru ilerlediğinizde hemen girişte meşhur Welcome to Fabulous Las Vegas tabelasının önünde fotoğraf çekilmek isteyen insanların oluşturduğu uzunca kuyruğu görürseniz de şaşırmayın. Sonra sırasıyla dünyadaki önemli yapıların heykellerini kendilerine konsept olarak seçen büyük otellerin sıralandığı strip denilen caddede ilerleyip kalabalığa karışabilirsiniz. Bu dünyaca ünlü casino otellerini orada kalmasanız dahi ziyaret edebilirsiniz. Çünkü tek amaç tamamen insanlara saatlerce kumar oynatmayı başarabilmek. Bunu casinolara girdiğinizde hemen anlıyorsunuz. Neden mi? İçeriye girdiğiniz anda çıkış kapısını bulabilmek için hayli emek harcamanız gerekiyor. Labirent gibi düzenlenmiş casinolarda kumar oynayanlara içki sınırsız ve ücretsiz. Bunun yanı sıra hiçbir şekilde pencere görmeniz mümkün değil ki sabah olduğunu fark etmeden kumar oynamaya devam edin. Uykunuz gelse dahi içeriye oksijen verildiğinden kendinizi hep ayık hissediyorsunuz. İçeride sigara içilmesine rağmen hiç sigara kokusu almadım. Etrafta saati gösteren hiçbir şey yok ve masada oyun oynadığınızda telefonunuzu çıkarıp saate bakmak hoş karşılanmıyor. Masada kartları dağıtan insanlar da gram gülmüyor bu sebeple masalarda ortam bir hayli gergin. Ufak paralar kazanmak isteyenler genelde slot makinelerini tercih ediyor. Oyun makineleri size başta kazandırıp sonra kazandığınızdan fazlasını kaybetmeniz için kurgulanmış. Bu sebeple cüzdanı odada bırakıp casinoya inmekte fayda var. Ne kadarlık oynamak istiyorsanız o kadar para alın yanınıza. Yoksa mazallah tüm parayı kaptırabilirsiniz. Bu sebepledir ki tesis ücreti bile almalarına rağmen Las Vegas’taki çoğu otel Amerika standartlarına göre çok ucuz kalıyor. Dediğim gibi amaç kumar oynamanızı sağlamak. Odaya çıkarken bile casinonun içinden geçmeniz gerekiyor. Bunun yanı sıra Las Vegas’taki en ünlü diyebileceğimiz otel olan Bellagio’nun önündeki havuzda her yarım saatte bir akşam 8’den sonra da her 15 dakikada bir su gösterisi yapılıyor. Mirage’ın havuzunda ise akşam 8, 9 ve 10’da ateş gösterisi yapılıyor. 



Yaz mevsiminde Las Vegas’taki sıcaklık dışarıya çıkılamayacak seviyeye ulaştığı için gündüz insanların vakit geçirmesi için tasarlanan ve ufak bir Venedik olan The Venetian ‘ı ziyaret edip gondola binebilirsiniz. Las Vegas’taki çoğu otel birbirine alttan ya da üst geçitlerle bağlı. The Venetian’da gezerken bir bakmışsınız The Palazzo’dasınız. Hemen karşıya geçip Fashion show alışveriş merkezini ziyaret edebilirsiniz. Eğer arabanız varsa Treasure Island, Stratosphere otellerinin otoparklarına ücretsiz arabanızı park edebilirsiniz. Eğer arabanız yoksa da oteller arası metro hattını kullanıp stripi gezebilirsiniz. Akşamları Las Vegas’ın ışıltısının tadına varırken gündüz de günü birlik Grand Canyon turuna gidebilirsiniz. Kanyonda gün batımını izleyip Skywalk üzerinden yürüyebileceğiniz nokta Las Vegas’a arabayla 2 saat uzaklıkta bulunuyor. Eğer Grand Canyon’u daha fazla keşfetmek isterseniz South ya da North Rim’den araç başı 25 USD ödeyip giriş yapıp belirlenmiş yürüyüş rotalarını seçip manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz. Biz Horseshoe Bend’e gitmeyi tercih ettik. Las Vegas’tan sırasıyla Utah eyaletinde bulunan St George, Colorado City ve Kanab’dan ilerleyerek Horseshoe Bend’e yaklaşık 4,5 saatte ulaşıyorsunuz.


Horseshoe Bend


Arabayı park ettikten sonra 20 dakikalık yürüyüş yolu mevcut ve bu yolu yürürken yanınıza bir şişe su ve şapka almanız, kapalı ayakkabı giymeniz gerekiyor. Yol üzerinde de bunu anlatan uyarı tabelaları mevcut. At nalına benzediği için Horseshoe Bend ismini alan bu yapı ise tam anlamıyla rüya gibi. Yanına yaklaştığınızda ise yüksekliği baş dönmesi yapabiliyor. Horseshoe Bend’e 15 dakika uzaklıkta olan Antilop Kanyonu’nu ziyaret etmek için ise yaklaşık 45 USD’ye internetten tur satın almanız gerekiyor. Bireysel olarak maalesef ziyaret edemiyorsunuz. Fakat dünyanın en pahalı fotoğraflarından birinin zamanında bu Antilop Kanyonu’nda çekilmiş olduğunu düşünürsek tüm bu uğraşa değer. Hava sıcaklığı belirli dereceye ulaştığında bu turlar iptal oluyor. Biz gittiğimizde de sıcaklık bir hayli fazlaydı. Bu sebeple gidemeyip Las Vegas’a geri döndük. Tüm dünyadan çılgınca turist akınına uğrayan ve stripte yürürken kalabalıktan nefes alınmayacak seviyeye gelen çölün ortasındaki bu yer ihtişamıyla sizleri bekliyor.

16 Eylül 2018 Pazar

Cape Town, Güney Afrika


Dünyada en çok beğendiğim şehir olan Cape Town’ı anlatmak için kelimeler yetersiz. 2 günde gitmeye karar verdiğimiz, güvenli olmadığı ile alakalı bir sürü şey okuduğumuz ve gittiğimizde yüzlerce defa iyi ki dediğimiz şehir. Bir de en güzeli Türkiye ile aynı boylamda yer alınca jetlag olmadan direk gezmeye başlıyorsunuz.
Cape Town’da gezmek için en ideal şey araba kiralamak fakat direksiyonu sağda olunca o iş biraz sıkıntılı olabiliyor. Yok ben ters trafikte araba kullanamam derseniz de yine mobil taksi uygulamalarını kullanarak her yere çok kolay ve ucuza ulaşabilirsiniz. Havalimanından çıkarken hemen kapıda çok sayıda sizleri merkeze götürmek isteyen taksici olacak zaten. Şehrin merkezinin hemen dışında olan otellerin çoğunun ise Waterfront’a ücretsiz servisi oluyor. Yani onları gitmeden kontrol ederseniz de şehrin merkezinde kalmanıza gerek olmayabilir. Şehrin merkezi dediğim yer ise şüphesiz Victoria & Alfred Waterfront. Önceden ticaret gemilerinin uğradığı liman olan Waterfront şimdi bir sürü cafe ve restaurantların bulunduğu, çeşitli sokak danslarının yapıldığı ve Cape Town’un simgelerinden biri olan dönme dolabının da yer aldığı bu sebeple de çoğunlukla turistlerin bulunduğu mekan. Aynı zamanda köpek balıklarıyla dalış yapıp yüzlerce değişik canlıyı görebileceğiniz akvaryumu da Waterfront’un merkezinde.  Hemen akvaryumun önünden de günlük şehir turları satın alabileceğiniz nokta var. Bunların en önemlisi ve kesinlikle yapılması gereken şey ise Cape of Good Hope turu satın alarak ümit burnunun ihtişamını keşfedebileceğiniz gezidir. Bu tur Waterfront’tan başlayıp plajında renkli soyunma kabinleriyle ünlü Muizenberg’den geçip, dünyanın en tatlı hayvanlarından olan Güney Afrika penguenlerinin yaşadığı Boulders Beach’e uğrayıp sonrasında muhteşem okyanus dalgalarını izleyeceğiniz Cape of Good Hope’a kadar uzanıyor. Zamanında maalesef turistlerin selfie çubuğuyla penguenlere zarar vermesinden dolayı selfie çubuğu ile resim çekilmek yasaklanmış. Dokunarak değil izleyerek sevmek gerek.
Boulders Beach
Onun dışında Ümit Burnu’na vardığınızda en tepede bulunan deniz fenerinin oraya kadar çıkmanız gerekiyor. Belirli bir noktaya kadar arabayla ulaşım söz konusu. Daha sonrasında eğer enerjiniz varsa yürüyerek tırmanabilir ya da ücreti 70R olan füniküleri kullanabilirsiniz. Meşhur Cape of Good Hope tabelası ise okyanus kıyısında yer aldığından deniz fenerinden oraya yürümesi yaklaşık 45dk sürüyor. Merak etmeyin çok da güzel okyanus kıyısından manzaralı yürüme yolu yapmışlar. Bu yol üzerinde antilop görürseniz de şaşırmayın Afrika’dasınız çünkü. Cape of Good Hope tabelasının önünde fotoğraf çekilmek için ise sıra bekliyorsunuz. Ümit burnu olmasından dolayı gelenek haline gelen dilek dileme olayını ise pas geçmeyip dilekleri kağıda yazıp okyanus dalgalarına bırakmayı da unutmamak lazım. Ya tutarsa! Dönerken ise babunlara dikkat etmenizde fayda var. Aman ha maymundur şirindir deyip sevmeye kalkmayın gayet tehlikeliler. Bu turun dışında yapmanız gereken bir diğer şey ise Masa Dağı’na çıkmak. İlginç olan şey ise havada bir tek bulut olmazken her zaman Masa Dağı’nda bir tane oluyormuş ve ona da Masa Dağı’nın örtüsü diyorlar nitekim biz ordayken de dağın üzerinde bir tutam bulut her daim vardı. Dağa çıkmak için yine bir noktaya kadar arabayla sonrasında ise ücreti 330R (yaklaşık 25 USD) olan teleferikle zirveye çıkmanız gerekiyor. Dağa tırmanmak isteyenler için yine rota mevcut fakat gayet uzun süren ve meşakkatli bir yolculuk bu. Zirvede ise efsane bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. Eğer yaz mevsiminde gidiyorsanız yanınıza mutlaka şapka ve güneş kremi almanızda fayda var. Unutmadan bileti online satın almış olmanız size teleferik öncesi kalabalığa göre 1-2 saat zaman kazandırıyor çünkü sadece 2 tane teleferik dönüşümlü çalışıyor bu sebeple uzunca bir bilet kuyruğu söz konusu. Dağın zirvesinde ise yine çeşitli yürüyüş rotaları mevcut. Ama en güzeli 2010 dünya kupası için inşa edilmiş ve Cape Town’un en önemli simgelerinden bir haline gelmiş stadyumunun ardından batan güneşi izlemek.
Bunu yapabileceğiniz bir diğer nokta ise Signal Hill. 50R gibi bir ücrete satın alabileceğiniz tur ile Camps Bay’e kadar ulaşıp ordan gün batımını içeceklerinizi alıp keyifle izleyebileceğiniz Signal Hill’e ulaşabilirsiniz. Dikkat edin sağınızda solunuzda çok fazla Türk görebilirsiniz. Waterfront’tan araba ile yaklaşık 15 dakikada ulaşabileceğiniz, zenginlerin yaşadığı, yamaçlarında bir çok villa görebileceğiniz yer olan Camps Bay ve Clifton Beach ise kumsalında vakit geçirmelik bir yer. Denizine girilebilir demiyorum çünkü Cape Town’un suyu inanılmaz soğuk. Çoğunlukla sörf yapan insanları görüyorsunuz. Fakat kumsalından en ünlüsü olan Lion’s Head’i ve yanında uzanan sıralı tepelerin manzarasını izleyebilirsiniz. Eğer dağcılıkla ilgileniyorsanız Lion’s Head’e tırmanabilirsiniz. Kendisi aslanın başına benzediği için bu ismi almış.
Lion's Head
Bunun yanı sıra merkezden araç ile yaklaşık 20 dakikada gidebileceğiniz dünyanın en büyük botanik bahçelerinden biri olan Kirstenbosch Botanical Gardens’ı ziyaret edebilirsiniz. Kendisi fazlaca büyük olduğundan 2 saatinizi alabiliyor.
Kirstenbosch Botanical Gardens
Eğer safariye gitmek isterseniz de Cape Town’a araçla 2 saatte ulaşabileceğiniz konaklamalı turlar mevcut. Fakat afrikanın diğer noktalarında olduğu kadar farklı hayvan çeşitleri göremiyorsunuz. Beklentiyi yüksek tutmamak gerek. Ama Cape Town’un doğası hepsine yeter. Peki biz ne yiyeceğiz diye soracak olursanız bizim damak tadımıza uygun çok fazla şey var o konuda endişeniz olmasın. Hediyelik eşya alışverişi yapabileceğiniz Green Market Square’ın orada Mariams Kitchen adında müslüman bir aileye ait olan ve sandviçleri ile ün yapmış bir restaurant var. Biz de ünlü diye gittik ve yediğim  tereyağlı ekmeği olan tavuklu sandviçin tadını unutamıyorum. Rengarenk evleri ile ünlü müslüman mahallesi olan  Bo- Kaap’ı gezip , Company Garden’da sincapları ellerinizle besleyip dinlendikten sonra acıkırsanız aklınızda olsun. Company Gardens’ın hemen yakınındaki trafiğe kapalı yürüme caddesinde yer alıyor. Bir öğlenden sonranızı da buraları gezmeye ayırabilirsiniz. Cape Town’u anlat anlat bitmez. Tüm bunları yapmak için 1 hafta ayırmanız gerekli ama kesinlikle değer.
Bo-Kaap